İDEOLOJİ VE EDEBİYAT
A)
İDELOJİ NEDİR?
“İdeoloji”
18. yy. sonlarında, Fransız filozofu Destutt de Tracy tarafından ortaya
atılan bir terimdir. “düşüncelerin
bilimi” anlamını karşılayacak felsefi bir terim olması, amaçlanmıştı. Bu
terimin kullanımında genelde Locke ve deneyci geleneğin “düşünce” tanımı temel
alınmıştı. Dolayısıyla düşünce sözcüğü eski metafiziksel ve idealist
anlamlarında soyutlanmıştı. Bütün düşünceler insanın dünyaya ilişkin
yaşantısında kaynaklandığı için, düşüncelerin bilimi de doğal bir bilim
olmalıydı. Özellikle Destutt ideoloji sözcüğünü zoolojinin bir bölümü olarak
kullanır:
“Eğer zihinsel yeteneklerini bilmiyorsak, bir
hayvanı tam olarak tanıyamayız. İdeoloji zoolojinin bir bölümüdür ve özellikle
de insanda bu bölüm oldukça önemlidir ve derinlemesine anlaşılması gerekir.”[1]
İdeoloji; çeşitli
biçimlerde tıkayabilen, meşrulaştırabilen, doğallaştırabilen hatta
evrenselleştirebilen söylemsel ve göstergesel mekanizmadır.
Genel olarak “ideoloji” siyasi ya da toplumsal bir öğreti meydana getiren ve
siyasi ve toplumsal eylemi yönlendiren düşünce inanç ve görüşler sistemidir.
B) İDEOLOJİK
BİÇİMLER
Özelleşmiş bir alanda (bilim ve sanat
alanı gibi) bir ideoloji oluşturan, özel fikirlerden bir bütün anlatılır:
Ø Din,
Ø ahlak,
Ø bilim,
Ø felsefe,
Ø sanat,
Ø edebiyat,
Ø şiir.
C) İDEOLOJİ TEORİSİ
Toplumsallık veya toplumsal problemlere
duyarlılık 1950’li yıllara doğru açık bir şekilde ideolojik bir tavra bürünmüş
ve sosyalist/kominist eğilimlere bürünmüştür. Özellikle Marksist düşünürler
önemli bir ağırlığı oluşturur. “Marx, Lenin, Gramsci, Lukacs,
Althusser” gibi düşünürler bu alanda çalışmalar yürütmüşlerdir. Bunun
dışında, ideoloji teorisiyle ilgilenen diğer düşünürler de Marksizmle
etkileşimli olarak (lehte veya aleyhte) çalışmalarını yürütmüşlerdir.
Değer yargıları, inançlar, bilgi, bilim,
kimlik, Özne'lik, Din, Felsefe, Bakış açısı, Dünya görüşü, gibi kavram ve
kategorilerin tamamı bir şekilde ideoloji ile ilişkilidir ve bu nedenle de
ideoloji teorisinin içinde değerlendirilmeye tabi tutulurlar.
Marks ve Engels
Marksist (toplumcu) anlayışının kökü
Karl Marks ve Friedrich Engels’in sanat, ekonomi, toplum ve siyaset hakkındaki
manifestolarına kadar uzanır.
Marks ve Engels’e göre
ideoloji, altyapıya bağlı fakat aynı zamanda onunla etkileşen bir oluşumu ifade
etmektedir. Yine Marks’a göre “İdeoloji gerçeğin bir parçasını, insani
zayıflığı; ölümü, acıyı, güçsüzlüğü içinde taşır. Böylece yorumlanmış ve
aktarılmış gerçekle bir bağıntısı olduğundan bu gerçeğe geri dönebilir ve
gerçekten canlı olan insanlara kurallar ve sınırlar koyabilir. İdeoloji dünyayı
nasıl görmek gerektiğini bildirir ve yaşam biçiminin yorumlanmasını sağlar.
İdeoloji kendilerini haklı görmek ve göstermek isteyen egemen oluşuma yardım
eder. O, bir dünya görüşüdür ya da dünya görüşünü temsil eder”.
Marks bir toplumda egemen sınıfın çıkarı
ile egemen düşüncenin birlikte var olmak zorunda olduklarını belirterek
ideolojik oluşumun bu ilkeye bağlı olarak oluşup yaşadığını söyler.
Yine Marks’a göre, ideoloji gerçeklik
hakkında bir yanılsama, bir illüzyon değil, onun bilinç üzerindeki izi ya da
görünümüdür. Bu durumda ideoloji, kapitalist düzende siyasal iktidarı
meşrulaştırmaya, bireyi sisteme entegre etmeye yardımcıdır.
“Sanat, Sanatçı ve Güzellik” Kavramlarına Bakış
“Sanat” genel bir ifade ile insani ve toplumsal gerçekliğin ifade
edildiği bir ideoloji biçimi olarak görülmüştür. Onlar sanat ve sanatçıya önem
vermişler ve insanın sanata yakın olması gerektiğini savunmuşlardır.
Onlar’a göre; mutlak anlamda bir
güzellikten söz edilemez. Bu kavram çağdan çağa, ırktan ırka farklılık
gösterdiğini, sanat eserinin güzelliğinin içeriğiyle alakalı olduğunu
savunurlar. Sanat olayının nedenini ortaya koyarken ekonomik şartları ve toplum
içindeki sınıf çatışmalarını temel alır ve sanat olayını bu esaslarla açıklar.
Sadece bunu yorumlamakla kalmayıp onları politik bakımdan yargılar.
Edebi eserleri oluşturan yazarlarında
mutlaka bir dünya görüşü, hayata bakışı ya da ideolojisi vardır ve bunları da
eserlerinde az ya da çok yansıtırlar. İşte bu noktada Marksistler yazarın
başarılı bir eser ortaya koymak için mutlaka kendi ideolojilerine hizmet edecek
şekilde yazması gerektiği kanısındalar. Bu da beraberinde “acaba bu nasıl bir
ölçüt olacak?” sorusunu getirir.
Bir sanat dalı olan ve estetik ölçüde
değerlendirilmesi gereken edebiyata ideolojik ölçütlerle yaklaşma çok
tartışılmış bir sorundur. Bunu üç grupta ele almışlar;
1) Sadece toplumculuğu
esas alan eserler iyidir.
2) iyi olan her eser
toplumcudur ama her toplumcu eser iyi değildir.
3) Toplumcu eserlerin
bazıları iyidir.
Althusser'e
göre ideoloji
Platon’dan beri süregelen yansıtma kuramının bir
türü olan Marksist anlayış 1960’larda edebiyatı yansıtma olarak değil de üretim
olarak ele alan yeni bir gelişme göstermiştir.
Althusser, Marksizm’e
yeni bir yorum getirmiştir, ona göre toplumsal gerçekliği ekonomik düzeydeki
değişikliklere indirgeyemeyiz çünkü toplumsal gerçeklik 3 ayrı düzeyden oluşur:
ekonomik, politik, ideoloji.
İdeoloji
kendine has bir özerkliğe sahip ve öteki düzeyler üzerinde etkisi olan bir üst
yapı kurumudur. İdeoloji maddi altyapının üzerinde uçuşan bir “fikirler bulutu”
değildir, kendisi de bir bakıma maddidir, çünkü kilise aile okul ve parti gibi
kurumların maddi pratiğinde üretilir. Bunlara Althusser “ideolojik aygıtlar”
diyor. Bunların bir görevi sınıf yapısını toplumdaki bireyler tarafından
benimsenmesini sağlayacak bir ideoloji üretmektir.
Fransız düşünür Louis Althusser’e (1918-1990)
göre ideoloji, toplumsal yaşantıyı farklı biçimde fakat her zaman ve her
aşamada kendiliğinden etkileyen bir oluşumdur.
Althusser, ideoloji ile ilgili üç ana tez ileri
sürmekte ve bunları şöyle sıralamaktadır:
1. İdeolojinin
tarihi yoktur.
2. İdeoloji
bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla aralarındaki hayali ilişkilerini temsil
eder, bu ilişkilerin bir tasarımıdır.
3. İdeoloji
bireyleri özne olarak çağırır.
Althusser bu ana tezlerden
neden-sonuç ilişkisi içinde ara tezler üretmiştir.
Hollandalı Filozof Spinoza
Spinoza’
ya göre ideoloji “mukaddemi olmayan
muhassaladır” yani başlangıcı olmayan bir sonuçtur.
Spinoza’nın bu
tanımı, ideolojinin tarihi yoktur, o bir ortamı ifade eder diyen Althusser’in
ideoloji tanım ve anlayışı ile büyük bir yakınlık, benzerlik gösterir
İdeolojik Yaklaşımlar
• Faşizm
Benito Mussolini - Adolf Hitler
• Komünizm
Karl Marx - Friedrich Engels
• Kapitalizm
• Osmanlıcılık
• İslamcılık
• Batıcılık
• Türkçülük
Faşizm
Faşizm,
20. yüzyılda doğmuş ve yayılmış bir ideoloji olarak bilinir. Oysa gerçekte
savaşı ve vahşeti yücelten bu ideolojinin kökeni, antik çağlara, Sparta'ya
kadar uzanmaktadır. Hızlı yayılışı ise I. Dünya Savaşı'nın hemen ardından oldu,
Almanya ve İtalya başta olmak üzere, İspanya ve Japonya gibi ülkelerde faşist
yönetimler iktidarı ele geçirdiler.
Faşizm,
ciddi olarak ilk defa Benito Mussolini ve Adolf Hitler aracılığıyla
uygulanmışsa da tarihe bakıldığında başka faşist uygulamalara da
rastlanmaktadır. Roma İmparatorluğu ve Persler ırkçı uygulamalarıyla bunun ilk
örneklerindendir.
faşist
ideolojiyi, eğitimden kültüre, dini kurumlardan sanata, devlet yapısından
askeri sisteme, polis teşkilatlarından insanların özel yaşamına dek hemen her
alana zorla empoze ettiler.
Fichte’nin milliyetçiliğine,
Carlyle’ın seçkinciliği ve Nietzsche’nin üstün insan düşüncesiyle George
Sorel’in görüşlerine dayandığı için, bir teoriden ziyade bir inanca karşılık
gelen faşizm, milliyetçilik, komünizmden duyulan nefret, demokratik siyasete
karşı güvensizlikten başka, tek partili bir devlete duyulan bağlılıkla
karizmatik liderlere duyulan inancı içerir.
Komünizm
Sosyal
örgütlenme üzerine bir kuramsal sistem ve üretim araçlarının ortak mülkiyetine
dayalı bir politik harekettir. Komünizm sınıfsız bir toplum yaratma
amacındadır. 20. yüzyılın başından beri dünya siyasetindeki büyük güçlerden
biri olarak modern komünizm, genellikle Karl Marx'ın ve Friedrich Engels’in
kaleme aldığı Komünist Parti Manifestosu ile birlikte anılır.
Sol
Komünizm
Leninizm'e
göre komünizme giden süreç burjuvazinin ortadan kalkmasını sağlayacak olan
proletarya rejimi başlatılacak ve ardından komünizmin hazırlayıcısı sosyalizm
aşamasına geçilecektir. Marksist kuramda son aşama olan komünizmin
gerçekleşmesiyle devlet ortadan kalkacaktır.
Anarşist
komünizm
Anarşist
komünizm ise, devlet'in kapitalizm için bir kılıf olduğunu ve bu yüzdende
sınıfsız bir topluma gidilecek süreçte kullanılmasının sonucunda
"diktatörlük", "devlet kapitalizm"i ya da bir sözde
zümrenin, toplum üzerinde iktidarı'na yol açacağını düşünür.
Peter
Kropotkin, Nestor Makhno, Errico Malatesta, Carlo Cafiero anarşist komünizm
düşüncesinin temellerini atan düşünürlerden ve eylemcilerden bazılarıdır.
Ç) EDEBİYAT
İdeoloji, her şeyden önce fikir (idée)
demektir. İdeoloji, bir bütün, bir teori, bir sistem, hatta bazen bir zihniyet
oluşturan fikirlerin tümüdür. Diğer bir deyişle, Siyasal veya toplumsal bir
öğreti oluşturan, bir devletin, bir hükümetin, bir partinin, bir sınıfın ya da
toplumsal bir kesimin davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel,
felsefi, dinsel, moral, estetik düşünceler bütününe ideoloji denir, demiştik. Şimdi ise edebiyata yansımasını ele
alalım.
Savaş Yılları
I.Dünya
savaşı yıllarında, değişik ülkelerin aydınları, sanat ve kültür insanları
uluslarının çıkarları doğrultusunda iktidarlarla işbirliğine giriyor ve
üretimde bulunuyorlar. Halkın zamanla savaştan bıktığı durumlarda bile
yazarlarında dâhil olduğu bütün ulusal kültür sektörlerinin hükümetlerini
desteklemesi ve bir propaganda olarak hem kazanmıştır.
Kamuoyunu
etkileme ve yönlendirme eylemi olarak propaganda daha 19. yüzyılda devletin
dışında fakat genellikle onunla uyum içinde çalışan çıkar gruplarınca yaygın
bir biçimde kullanılmıştır. ( İngiltere, Almanya gibi. )
Edebiyat
alanında üretimde bulunan yazarlardan oluştuğunu görüyoruz. İngiltere H.G.
Wells, Arnold Bennett, Rudyart Vipling, Conan Doyle, John Golsworthy, Bernard
Shaw, Mark Twain, Henry James, Thomas Mann, Robert Musil, Gerthart Hauptman, H.
V. Hofmanasthal gibi 1914’ten önce de ülkelerinin kamuoyunu belirleyen, hemen
hemen her konudaki düşüncelerini kültürlü kesimlere merak edilen yazarlardır.
Savaş çıkmasıyla birlikte bir iki istisnanın dışında bütün yazarlar ülkelerinin
çıkarları doğrultusunda yazıp çizmeye başlayacaklardır.
İngiliz
hükümeti Ağustos 1914’te aynı zamanda ünlü bir yazar olan Charles Masterman’ı
Savaş Propagandası Bürosu başına getirirler. Masterman 2 Eylül 1914’te
İngiltere’nin neredeyse bütün önemli yazarlarını bir araya bir toplantı
düzenler. Böylece B. Shaw, B. Russeld ve daha az tanınan birkaç yazar dışındaki
bütün yazarlar İngiliz propaganda faaliyetine katılmış olurlar. Yazarların
ürettiği broşürler, öyküler, şiirler, makaleler ve kitaplar hükümetin el
altından desteği ile yayın evleri tarafından yayımlanırlar.
Yazarlar
hükümetin düzenlediği cephe gezilerine katılır ve orada gördüklerinden yola
çıkarak öykü ve roman üretirler. Örneğin John Masefield savaşı bir hezimet
yaşanmamış gibi anlatır.
Avrupa
ülkelerinde propagandanın etken ve başarılı olmasında büyük rolü olan bir
etkene değinmek gerekiyor. 1914’e gelindiğinde Rusya ve Osmanlı imparatorluğu
dışında kalan halklar büyük oranda okuryazardılar. Bu okuryazarlığın doğrudan
bir göstergesi bütün ülkelerde bütün ülkelerde edebiyatçıların propagandan
etkilemede büyük başrol oynamasıdır. Örneğin Alman askerleri Goethe, Schiller,
Fichte, Nietzsche okumaktadırlar. Savaş yıllarında basılan romanlar yüz
binlerce satmaktadırlar.
Osmanlı Savaş Propagandası
Başlıca Avrupa ülkelerindeki örgütlü ve devlet
öncülüğündeki kurumsal propaganda etkinliği Osmanlı devleti birkaç istisna
dışında hiç görülmez. Nedeni olarak, yapılan her şey gerçeğin saklanması
yönündeydi.
1915’in
ilk aylarına kadar güçlü bir propaganda etkinliğinin belirebileceğine dair
işaretler görülür. Özellikle Türkçü aydınlar, savaşı ve savaşa girişi İttihat
ve Terakki liderliğiyle aynı doğrultuda ve onaylayıcı bir biçimde söz konusu
etmektedirler. Örneğin, Halide Edip, savaş başında “ Harp Muharebesi ” başlıklı makalesinde savaşa destek verir. Yine
İttihat ve Terakki yakın ilişkide olan edebiyatçı Celal Sahir Erozon “ Edebi Yıl ” başlıklı yazısında bir
yandan edebi üretimin güdüklüğüne dikkat çeker.
İttihat
ve Terakki Merkezi Umumi üyesi de olan, bir anlamda iktidarın kültür alanındaki
temsilcisi Ziya Gökalp Harp Mecmuasının Kasım 1916 tarihli 14.sayısında “ Asker ve Şair ” şiirini
yayınlayacaktır. Şiir, aynı sayılı derginin kapağında yer alan, Galiçya
cephesindeki siperinde, bir el bombasını göğsünde tutarak uyuyan bir Türk
askerinin fotoğrafından yola çıkmaktadır. Asıl şairin “sezdiği ve duyduğu” için
bu asker olduğunu söyler.
II. Abdülhamit’in baskıcı monarşisinden
anayasal monarşiye geçişi saylayan 1908 devrimi, sadece siyasal ve toplumsal
açılardan değil Osmanlı düşün ve kültür açısından da belirleyicidir. Bu coşkulu
geçiş dönemi aynı zamanda cumhuriyet rejimine geçilen 1923’e kadar etkili
olacak başlıca ideolojik ayrımların belirlemeye başladığı dönemdir. Bu dönemde
özellikle dört akım düşünsel ve siyasal alanı belirlemeye olay olarak
çıkacaktır. Osmancılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük olarak belirlenecek,
her dönemde farklı özellikler gösterse de 1918 sonrasına değin belirleyici
olmayı devam edecektir.
·
Osmancılık
·
İslamcılık
·
Batıcılık
·
Türkçülük
ŞİİR
Ziya Gökalp
Bu şiirleri yazan Gökalp’ın amacı şair olmak
değil milliyetçiliği canlandırmaktır. İlk kitabı olan Kızıl Elma 27 şiir
içermektir. Kitabı en başında bir paragraflık düzyazı bir giriş bulunmakta ve
ardından Turan şiiri gelmektedir. Şiirlerini masallar, koşmalar ve destanlar
başlıkları altında toplamıştır. Yayın tarihi tam olarak bilinmekte 16 Aralık
1914 yılları arasında çıktığı tahmin ediliyor.
Kızıl Elma’da Gökalp’ın 1911-14 arasında
yayınladığı şiirler yer alır. Özelliklede Turan, Altın Destan, Ergenekon, Kızıl
Elma ve Kızıl Destan yayınladıkları dönemde çok etkili olur. Altın Destanı ele
aldığımızda, bu şiir hem Gökalp’ın mitolojik Türk tarihine ilgisi, hem de
Gökalp’ın eski Türk uygarlığına yönelik okumalarında öğrendiği ve o günkü
Türkçede bilinmeyen bazı Öztürkçe isim ve kavramları kullanmasıdır. Gökalp
genellikle var olan değil var olmasını istediği, hayal ettiği şeylerle
ilgilenmektedir. Kızıl Elma şiiriyle birlikte kendini mitolojik Turan’dan
kendini geri çeker. Kızıl Elma, en modern yöntemlerle eğitilen gençler bütün
Turan coğrafyasına yayılarak, yeni Türklerin tekrar birleşmesini hedefini
gerçekleştirmektir.
Kızıl
Elma’dan sonra Kurt ile Ayı yayınladığını görüyoruz. Milliyetçi bir fabl olan
bu şiirde, yaşlanan kurt genç ayı tarafından hırpalanır ve ininde ölür. Beş
yavrusu öksüz kalır. Bu yavrular büyünce annelerin öncünü alırlar. Şiirde, ayı
Rusya Kurt Osmanlı’nın durumu ve yavruları ise bütün Türklerdir. Daha sonra
gelen Esnaf Destanı, balkan savaşı ardından yaşanan milliyetçi coşku
doğrultusunda, ticaret alanın millileşmesi ile üretime ve üreticilere önem
verilmesi noktalarını vurgulayan şiirdir. Yine başka şiirlerinde Şehit Haremi,
Asker Duası, Hayat Yolunda, Yeni Atilla, İlahi, Yeşil Boncuk genelde balkan
hezimetiyle ilgili olarak 1943 yılı içinde yayınlanmıştır.
Yeni Hayat, yeni mecmua yayınlanarak 1918’te
İstanbul’da basılır. 32 şiirden oluşan bu kitap Gökalp’ın 1915-18 yıllarını
kapsayan şiirleridir. Kitapta yer alan şiirlerin çoğunluğun tek sözcüklük ve
kavramsal başlıklar taşır. Bazı kavramsal karşılaştırmalar içerir.
·
Din
·
Ahlak
·
Köy
·
Lisan vb.
kelimeler…
·
Din ve
İlim
·
Halife ve
Müftü
kavramlar içerir.
Ela aldıkları konularına göre birkaç ana grupta
toplayabiliriz: din, tesanütçü, ahlak, kadın, kültür, seçkinler gibi.
Kitabın birinci şiiri olan “Din” de sevgiye
dayalı bir iman vurgulanır. Toplumsal hayatı düzenleyici kurallara sahip bir
kurum olarak bir duyguya indirmektedir.
İkinci şiiri “Din ve İlim” de daima duygu yönü
vurgulanır. Dinin duygu yönü vurguladığı sürece toplumsal düzenleyiciliği
kısıtlanmış olacaktır.
Kitapta kadın konusuyla ilgili olarak dört şiir
bulunur.
·
Kadın
·
Ev Kadını
·
Meslek
Kadını
·
Aile
Sanat ve edebiyatla doğrudan ilgili üç şiiri
vardır.
·
Sanat
·
Asker ile
Şair
·
Lisan
Halkçı yaklaşımı Köy ve Seci şiirlerinde
sergilemiştir. Talat Paşa ve Enver Paşa adlı şiirleri ile onları övmektedir.
Son olarak Türkçülük anlayışını Vatan, Millet
ve Kavim şiirleri sergiler.
Mehmet E. Yurdakul
1908 sonrasının “Milli Şair”’i M.E. Y. savaş
döneminin en verimli edebiyatçılarındandır. Savaşın başladığı 1914 yılına
kadar, şiirleriyle çıkmaktadır. 1914’te başlayarak sırasıyla,
·
Ey Türk
Uyan 1914
·
Türk Sazı
·
Tan
Sesleri
·
Ordunun
Destanı
·
Dicle
Önünde
·
Hasta
Bakıcı Hanımlar
·
Turan’a
Doğru
·
Zafer
Yolunda
Kitaplarını yayınlayacaktır. Kitaplarının
adlarından da anlaşılacağı gibi, savaş yıllarında yazdığı ve yayımladığı
şiirler, milliyetçi, coşkulu, orduyu ve devleti öven şiirlerdir.
Mehmet
Emin’in 1914 öncesi edebi kariyerinin bir diğer önemli unsuru halkçılığıdır;
fakir bir balıkçının oğlu olarak dünyaya gelmesinin de etkisiyle halk için,
halkın anlayabileceği bir dille, halkın yaşadığı sorunları ele alan şiirler
yazar Biz Nasıl Şiir İsteriz? Şöyle açıklar,
Bu, her şeyden önce halkın anlayabileceği bir
şiir olmalıdır. Bu nedenle M. Emin halkın anlayacağı sözcüklerle ve cümle
yapısıyla şiirler yazar. Milletin devletin düşmanlarına karşı mücadele edilecek
bu mücadele kazanıldıkça kötü gidişat değişecek ve halkın yaşamında anlamlı
iyileşmeler görülebilecektir. Bunun olabilmesi için ise vatansever, dini ve
milletini tanıyan, canını ve malı ve malını gerektiğinde düşünmeden feda edecek
bireylerin yetişmesi gerekir. Yine Cenge Giderken başlıklı şiirinde orduda
savaşacak köylülere nasıl davranmaları ve düşünceleri gerektiği konusunda bir
model oluşturur.
Ey Türk Uyan
1914’te basılan Türk Sazında 73 şiir vardır ve
kitap üç yüz sayfaya yakındır. Bu kitapta balkan savaşı sırasında yazılanlar
değil, önceki dönemden şiirler de vardır, fakat yine aynı yıl basılan balkan
savaşı yıllarında yazılmıştır.
Mehmet Akif Ersoy
Modern Türk Edebiyatının en tartışmalı
isimlerinden biridir. Bazılarına göre dini bütün bazılarına göre büyük bir
gericidir; halka yakındır, pehlivandır, dürüsttür, yobazdır, demokrattır, fesi
çıkarıp, şapka giymemek için Mısır’a yerleşmiştir.
Türk
edebiyatı açısından önemi, gerçekçiliğin yerleşmesinde büyük rolü olan manzum
hikâye türünün ilk değilse bile en başarılı temsilcisi olmasından kaynaklanır.
Mehmet
Akif bir panislamisttir ve dolayısıyla panturanist ya da Türkçülük vurgulu Türk
milliyetçiliğine karşıdır.
Safahat’ın
Fatih Kürsüsünde isim vermeden doğrudan Gökalp’ı eleştiren bir bölüm de vardır.
Milliyetçiliğin İslam ümmetini böleceğini ve böylece Osmanlı devletinde sona
ermesine yol açacağına inanır. Milliyetçiliğin Müslümanları birbirine
düşürdüğünü iddia eder. Safahat’ın yedinci kitabında olan Gölgeler’e aldığı “
Hala mı Boğuşmak?” başlıklı şiirinde dile getirir. Mehmet Akif, Ziya Gökalp’ın
başını çektiği Türkçeliğe şiddetle ve en başından beri karşı olmakla birlikte,
milli ya da daha doğrusu vatansever bir şairdir. Onda İslami düşünce ve
edebiyat geleneği hakimdir. Bunda C. Efgani’nin etkisi büyüktür. Halkçı
gerçekçiliğini, o halkın sorunlarını dile getirmek, Fatih Kürsüsünde dile
getirir.
Asım
2500 dizelik bu kitap temelde Akif’i temsil
eden Hocazade ile Hocazade’nin babasının arkadaşı olan Köse İmam arasında geçen
bir diyalogdur. Hocazade’nin evine konuk gelen Köse İmam savaşın getirdiği
yıkımlar, köylünün durumu, batılılaşma, eğitim, ahlak, aile hayatı gibi konular
tartışılır.
Nazım Hikmet
1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite
öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti
konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların
çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin…
Nazım Hikmet, kendi Otobiyografi’sinde
de söylediği gibi bir daha doğduğu şehre dönmemiş, dönememiştir. Kavgayla,
mücadeleyle geçen koca bir ömür ona bu fırsatı tanımamıştır. Çocuk denecek
yaşlarda şiirle ve resimle uğraşmaya başlamış, ama şiiri ve edebiyatı hiçbir
zaman salt sanatsal bir uğraş olarak görmemiş, daima ezilenlerin,
sömürülenlerin, haksızlığa karşı dövüşenlerin yanında yer almıştır.
“Ben 1923’ten beri Türkiye Komünist Partisi
üyesiyim; övündüğüm tek şey budur. Dünya tarihinde, çağının sorunları
karşısında büsbütün yansız ve edilgen kalmış bir tek yazar göstermek kuşkusuz
zor olacaktır. Yansız olduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak
hiçbir zaman yansız olamaz.”
• Orak-Çekiç gazetesi
• Aydınlık dergisi.
Güneşi İçenlerin Türküsü
Ölenler
dövüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zapt edeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Tiyatro
1914’te Burhanettin Bey Tiyatrosu
• Silah Omuza Arş!
• Ya Ölüm Ya Zafer
• Muhterem Katil
• Silah Başına
• Kanlı Şeref
1915’te
• Hacı Murat
• Türk Kanı
1916’te
• Asker Oğlu
• Türk Yılmaz
• Kafkasya'da Bir Gece
Roman
Roman, toplumu etkilemesi bakımından, anlatma
esasına bağlı türler arasında en başta gelenidir. Türe özgü bu güç, kullanılan
malzemeden ve malzemesi insan olan roman, bağlı bulunduğu toplumun zaman içinde
değişen sosyal yapısını, zevklerini, dünya görüşlerini ve eğilimlerini vermesi
yanında hayatı düzenleyen yönlendiren ufuk açan bir özelliğe sahiptir.
Cumhuriyet dönemi Türk romanı, genellikle
cumhuriyet ideolojisi çevresinde şekillenir. Bir önceki kuşağın romancıları,
batılaşma, kaybolan değerlerlerle ilgili izlekler çevresinde sürdürür.
Romanlar genellikle savaş ve savaş sonrası
çarpık düzeni eleştiren tezli romanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
1923’ten sonraki Türk edebiyatı, konumuz
itibariyle Türk romanı Cumhuriyet düşüncesi çevresinde biçimlenir.
Reşat N. Güntekin Çalıkuşu, Halide E. Ateşten
Gömlek, Yakup K. Nur Baba, Kiralık
Konak, Peyami Safa Sözde Kızlar
adlı eserleri, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarının anılarını
aksettirdikleri gibi değişen sosyal ve siyasal koşulların getirdiği sorunları
dikkate sunan birer belge olarak kalırlar.
Reşat N. Güntekin, tiyatro, öykü, deneme
çalışmalarıyla tanınır. Cumhuriyet ideolojisini yaymak, geniş kitlelere
benimsetmek, halkı değişimden haberdar etmek ve aydınlatmak için Anadolu
romantizminin yolunu açar.
·
Harabelerin
Çiçeği
·
Gizli El
·
Çalıkuşu
·
Yeşil
Gece
·
Acımak
·
Yaprak
Dökümü
Şahin öğretmen gibi (Y. Gece) gibi kimileri,
laik öğretimi medrese eğitimi karşısında başarılı kılmak için mücadele edecek;
bir aile sorunu yüzünden soluğu Anadolu’da alan (Acımak) Zehra öğretmen gibi
kimileri de Anadolu’yu aydınlatmak amaç edinecektir. Özellikle de Yeşil Gece Atatürk’ün “ bana yobazlığı
eleştiren bir roman yaz!” direktifi üzerine yazılmıştır.
Yine
Miskinler Teknesi, Tanzimat fermanı
ile kaldırılmış esirlik kurumunun ve evlatlık sorunun ele alındığı Kızılcık Dalları ve savaş Yıllarında
deprem felaketi yaşamış bir Anadolu kasabasının dış dünyaya kapalı hayatından
çarpıcı ve ibret verici sahnelerin sunulduğu Değirmen izler.
Yakup K. K ilk romanı, Kiralık Konak’tan son romanı Hep
O Şarkı’ya kadar Türk toplumunun geçirdiği değişimi, yaşadığı önemli sosyal
olayları farklı kırılma noktalarından ele alır. Kiralık Konak, Abdülhamit
idaresinden cumhuriyete kadar değişim geçiren Türkiye’den kesitler sunar.
Batılaşma ile gelen yozlaşma, pekiyi hazmedilmemiş yeni fikirler ve fikirlerin
çeşitli kurumlarda ve özellikle aile üzerinde yaptığı olumsuz etkiler, konağın
ve buna bağlı olarak geleneksel ailenin çöküşü.
Hemen
ardına yayınlanan Nur Baba romanı,
toplumun bir başka sorununu, Türk kültür tarihi içinde önemli görevler
üstlenmiş ama son iki asırda asli fonksiyonunu kaybetmiş olan Bektaşi tekkesi
ve bu tekke çevresinde içinde bulundukları karamsar ruh halinden kurtulmak için
kendilerine bir teselli yolu arayan İstanbul’un kibar tabakasının hayatını ele
alır.
Üçüncü
romanı, Hüküm Gecesi’nde dikkatlerini
çok partili hayata geçişimizi sembolize eden ikinci meşrutiyetin ilk günlerine,
ittihat ve terakki partisinin siyasi çatışmalarına değinir.
Halide E. ise Yeni Turan, Handan, Mev’ud Hüküm, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye,
Sinekli Bakkal adlı eserleri vardır.
Bunlarda devrin ideolojisine yönelik yazılmış eserlerdir.
Öykü
Medeniyet
değiştirmek ortak noktasında buluşan ilk hikâye ve roman yazarlarımız,
Osmanlılık, İslamcılık, Batıcılık, Türkçülük gibi ideolojileri doğrultusunda
halkı aydınlatma ve bilinçlendirme faaliyetlerini bir ölçüde edebiyat üzerinden
sürdürürler. İkinci meşrutiyet yıllarına geldiğinde, özellikle Ömer Seyfettin ve Refik Halit, hikâye kavramına yeni bir boyut kazandırarak süssüz ve
akıcı bir Türkçe ile halkın gündelik hayatını anlatan hikâyeler yazmaya
başlarlar. Bir süre sonra sıradan insan hikâyelerinin olay hikâyelerinin yerini
almaya başladığı görülür. Memduh Ş. E,
Sabahattin Ali, Sait Faik hikâyemize yepyeni bir soluk ve bakış acısı getirirler.
Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve Milli Edebiyat
dönemi yazarlarıyla aynı yıllarda eser vermesine rağmen sanat anlayışı ve
düşünceleriyle söz konusu topluluklara katılmayan Hüseyin Rahmi cumhuriyetin
ilanından itibaren hikâye ve romanlarını yayımlar.
·
Kadınlar
Vaizi
·
Namusla
Açlık Meselesi
·
Katil
Buse
·
Tünelden
İlk Işık
·
Gönül Ticareti
gibidir.
Bu hikâyelerde İstanbul’da yaşayan tipleri,
sosyal meseleleri, giyim kuşam tarzları, gelenek görenekleri konulara
değinmiştir.
Refik
Halit Karay, Memleket Hikâyeleri ve Gurbet Hikâyeleri ile dönemin eleştirel
bir biçimde ele almıştır.
Yine Ömer
Seyfettin, Beyaz Lale, Bomba, Nakarat, Hürriyet Bayrakları
gibi askerdeyken yazmış olduğu hikâyelerdir. Bunlarda Balkan savaşları öncesi
ve sırasında Osmanlı milliyetçiliği fikrinin yanlışlığını gösterir.
Konusunu
tarihten alan hikâyeler, savaşın erdiği ruhsal çöküntüyü ve insanların moralini
yüksek tutacak hikâyeleri ise,
·
Başını
Vermeyen Şehit
·
Kütük
·
Vire
·
Ferman
·
Pembe
İncilli Kaftan
·
Teke Tek
·
Topuz
·
Kızıl
Elma Neresi gibi.
Hikâyelerini yanı sıra yazdığı makaleler ve
risaleler de bu fikrin etrafındadır. Sanatın toplumu yönlendirici gücünü
kullanır.
Görsel Yayın
Dergiler ve gazeteler önem kazanmıştır,
yayımlanan önemli yayınlar şunlardır:
• Harp Mecmuası
• Türk Yurdu
• Halka Doğru
• İçtihat
• Tanin
• Vakit
Günümüzdeki çeşitli gazete ve dergiler hatta
yazarları belli bir ideoloji doğrultusunda yazılar yazdığını görmekteyiz.
D) SONUÇ
Her
dönemde edebiyatın her türü içinde yazarlar devletin başa gelen hükümetler
tarafından destek görmüş ve bu destek karşısında yazarlar başa gelenin kendi
çıkarları doğrultusunda destek vermişlerdir. Peki, sanat gayesi için ürün
ortaya hiç konulmamış mıdır? Bunu anlayabilmek için geçmişten bugüne gelen
edebiyat ürünlerini ve özelliklede de bugünün edebiyatını inceleyerek bu soruya
cevap bulabiliriz.
İdeoloji
salt düşünce biçimi olarak edebiyat kanalı ile yayılmıştır. Bir fikri
ulaştırmak için en iyi yolun edebiyat olduğunu kitlelerce kabul edildiğini
görmekteyiz.
[1] Raymont Williams, Marsizim ve edebiyat, syf 49, Adam yayınları, 1. Basım 1990
0 yorum:
Yorum Gönder