14 Mart 2013 Perşembe

SİNEMA VE EDEBİYAT


SİNEMA VE EDEBİYAT

İlk denemelerini 1895 yılında gördüğümüz sinema, ortaya çıkışında yedinci sanat dalı olarak gösterilmiştir.
Sinema; kurguya dayalı, dramatik yaklaşımlı, olayın ön planda olduğu kısa ve uzun metrajlı “konulu film” çalışmaları sebebiyle “hikâye” ve “roman” türündeki malzemelere çok önem vermiştir.
Sinemada anlatma metodundan daha çok görsel metot ön plandadır.

Sinema ve Edebiyatın Birbiriyle Olan İlişkisi

Klasik anlatış düzeninden modern hikâye ve romanlara kadar hikâye geleneğimizin kahramanları daha önce okuyucunun hayal dünyasında yaşamakta iken sinema ile cisimleşmiş ve bir sanatçının şahsında sosyal hayata aksetmiştir. Buna örnek olarak “Battal Gazi” denilince akla Cüneyt Arkın’ın gelmesi gibi.
Bu edebi eserlerin sinema ve televizyona aktarımı her ne kadar sakıncalı olduğu yani kurguyu cisimleştirdiğinden veyahut hayalleri sınırladığından bahsedilmiştir, ama günümüzde sinemanın olumlu ve yapıcı bakış açıları ile değerlendirme mecburiyeti iyice hissedilmiştir.
Edebiyat ile iletişim yeni bilgi alanı olacak ise estetik değer ile bilimsel metodu bağdaştırıp yani geleneksel değerler ile modern hayatın gerçeklerini birleştirme yönünde çabaların olması gerektiği söylenir.
Görüntülü iletişim, sadece kelimelerle dolu bir kağıt ya da kitaptan daha etkilidir. Bu hareketli görüntü kısa bir süre zarfında geçici özellikler taşısa bile, kağıttaki kelimelerden daha etkilidir. Hareketli görüntülerle sunulan anlatış düzenini, hayal gücünü sınırlaması yanında kelimelerle oluşmayan yeni çağrışım ve imaj dünyası teşekkül ettirmesi gibi bir özelliği vardır.
İyice düşünülürse anlaşılacaktır ki, sinemanın edebi eserlere getirdiği faydalar ve yeni ufuklar çok fazladır; ama eserin, yazarının istemediği şekilde yönlendirdiği ve yeni imajlarla değiştirdiği de ortadadır.
            Sinema ve edebiyatın bir başka sorunu ise eserin bir kitapla okuyucuya ulaşırken hem saklanabilen bir malzeme olması hem de tekrar tekrar inceleme imkanının bulunmasıdır. Bu yolla, muhataptaki fikir üretiminin önemi, sinema ile ortadan kalkmış gibi görünmektedir. Zira, sinema daha çok eğlendirme ve vakit geçirme yönü ile yaygınlaşmaktadır.  Edebiyat mesaj verir; sinemanın ise mesaj verme gibi bir kaygısı yoktur.
Sesli ve görüntülü bir iletişim aracından izlenen edebi eser, seyircisini kolaylığa itmekte ve sanatçı ile kurulan gönül bağının, yazarın kelimelerinden çok perdedeki motif ve figürlerle kurulduğu görülmektedir.  
Eserin orijininden ne kadar uzaklaşırsak, objektif tavrımızı o ölçüde kaybederiz. Bu doğrudur ancak; teknik ve ekonomik imkanlar ilerledikçe, ciddi inceleme ve araştırma yapmak; eserin yazarıyla birlikteymiş gibi, eser üzerinde fikir üretmek isteyen insanlar bant, kaset, cd gibi araçları temin ederek hareketli görüntüleri tekrar tekrar ele alabilecekler ve yer yer kitabın aslı ile karşılaştırabileceklerdir. Böylece filme alınmış edebiyat eseri, tıpkı kitaptaki edebi eser gibi çeşitli sahalara transfer edilebilecek ve eğitim, ekonomi, tanıtım, tıp gibi sahalarda çok amaçlı çok fonksiyonlu bir kullanıma ulaşabilecektir.
Edebiyat eğlence ve zaman geçirme aracı değildir. Edebiyat, bir bilgi ve düşünce vermelidir. Edebiyatın amacı insanın kişiliğine katkı sağlamaktır. Sinemanın ise böyle bir amacı yoktur. Sinema daha çok para kazanma içindir. Sinema göründüğü kadar masum bir sanat dalı değildir. Kültür ve sanatın ayakta kalabilmesi için satılması gerekir.    
            Türk Edebiyatında edebi eserler filme çekilirken genelde esere ihanet edilir. Bunun sebebi ise senaristlerin senaryoyu kendi hayal dünyalarında kurdukları imajı sahneye yansıtmak istemişlerdir. Misal “Aşk-ı Memnu” filminin kitaptan ne kadar bağımsız hareket ettiği ortadadır.




SİMON’UN FİLMDE SİNEKLERİN TANRISI OLARAK GÖSTERİLEN DOMUZ BAŞIYLA KARŞI KARŞIYA OLDUĞU SAHNE


“Sineklerin Tanrısı” Kitabında Simon ile Sineklerin Tanrısının Karşılaştığı Bölümden Bi Alıntı

Tepelerinde, gök gürültüsünün topları yeniden atıldı; ve hurma ağaçlarının kupkuru yaprakları, ansızın esen rüzgarda çatırdadı.
            “Aptal bir küçük oğlansın sen” dedi Sineklerin Tanrısı. “Cahil ve aptal bir küçük oğlandan başka bit şey değilsin.”
            Simon, ağzında şişen dilini oynattı; ama bir şey söyleyemedi.
            “Öyle değil mi?” diye sordu Sineklerin Tanrısı. “Aptal bir küçük oğlandan başka bir şey değilsin.”
            Simon, aynı sessiz sesle karşıladı bu soruyu.
            “Peki öyleyse” dedi Sineklerin Tanrısı. “Koşup ötekilerle oynasan, daha iyi olur. Onlar, kafadan çatlak sanıyorlar seni. Ralph’ın seni kafadan çatlak sanmasını istemezsin, değil mi? Sen, Ralph’ı çok seversin değil mi? Domuzcuğu da, jack’ı da?”
            Simon, başını hafifi kaldırmıştı. Gözlerini ayıranmıyordu Sineklerin Tanrısı’ndan ve Sineklerin Tanrısı gözlerinin önünde boşlukta asılıydı.
            “Ne yapıyorsun burada, tek başına? Korkmuyor musun benden?”
            Simon titredi.
            “sana yardım edecek kimse yok. ben varım ancak. Bense, canavarım.”
            Simon, ağzını zorla kımıldattı; duyulabilecek bir söz söyledi:
            “bir değneğe takılmış domuz başı.”
            Baş, “canavarın avlanıp öldürülebilecek bir şey olduğunu sanmakta nereden aklınıza geldi!” dedi.
            Ormanda simon’un belli belirsiz görebildiği başka yerlerde, bir kahkahanın gülünç taklidi çınladı bir iki saniye.
            “Sen biliyordun, değil mi? Sizlerin bir parçası olduğumu biliyordun? Sizlere öyle yakın, öyle yakın, öyle yakınım ki! Her şeyin bozuk gitmesinin nedeniyim ben. Bunu biliyorsun, değil mi?”
            Kahkaha yeniden ürperircesine çınladı.
            “Haydi,” dedi Sineklerin Tanrısı: “ötekilerinin yanına git de, unutalım bu olup bitenleri”
            Simon’un başı boşlukta sallanmaktaydı. Değneğe takılı rezil şeye özenircesine, gözleri yarı kapalıydı. Bir nöbet geçireceğini biliyordu. Sineklerin Tanrısı, bir balon gibi şişiyordu.
            “Gülünç bir şey bu. Oraya gitsen de gene ancak benimle karşılaşacağını pekala biliyosun… Onun için kaçmaya kalkma!”
            Simon’un bedeni bir yay gibi gerilmiş, kaskatı kesilmişti. Sineklerin Tanrısı, bir öğretmen sesiyle konuştu:
            “Yeterince ileri gitti bu iş. Benim zavallı yolunu şaşırmış çocuğum, benden daha mı iyi bileceksin yoksa?”
            Bir duraklama oldu.
            “haberin olsun öfkeleneceğim. Anladın mı? Seni istemiyorlar. Anladın mı? biz eğleneceğiz bu adada. Anladın mı? Biz eğleneceğiz bu adada! Onun için, bir haltlar çevirmeye kalkma, benim zavallı yolunu şaşırmış çocuğum, yoksa…”
            Simon, koskocaman bir ağzın içine bakar buldu kendini. Bu ağzın içinde bir karanlık vardı, yayılan bir karanlık.
            “… yoksa,” dedi Sineklerin Tanrısı, “seni yok ederiz. Anladın mı? Jack, Roger, Maurice, Robert, Bill, Domuzcuk ve Ralph. Yok ederiz. Anladın mı?
            Simon ağzın içindeydi. Düştü. Bayıldı.

Sineklerin Tanrısının Kitabının ve Sinemasının Karşılaştırılması
        
William Golding’in Sineklerin Tanrısı adlı eserin altı ile on iki yaşlar arasında bir grup çocuğun düştüğü adadaki kaldıkları süre içinde yaşadıkları maceralar anlatılır. Çocuklar küçük oldukları ve doğal olarak karanlıktan korktukları için kendi dünyalarında bir canavar yaratırlar. Bu canavar aslında ölü bir paraşütçüdür. Bu canavara kurban olarak bir domuz kafası sunarlar. Ve çocukların içinde bu canavara sadece Simon adlı bir çocuk inanmaz. Herhalde kendi iç dünyası ışık içinde olduğundan, tüm çocukların ödünü koparan karanlıklardan hiç korkmadığı için geceleyin tek başına ormana giden, ara sıra bayılıp bir çeşit sara nöbeti geçiren Simon’u öteki çocuklar biraz çatlak bilirler.
            Simon’un Sineklerin Tanrısıyla konuşmasını hem yazılı metinden hem de sinemaya aktarılmış halinden ele aldık. Metinde geçen bu sahne sinemadaki sahne ile bazı benzerlikler göstermesine rağmen farklılıklarda göstermektedir. Bu farklılıkların kaynağı biri sahneyi, kelimeleri kullanarak diğeri ise görselliği anlatmıştır. Metinde o anı başka türlü anlatmayacağı için yani o “sessiz sesi” vermek için kelimeler kullanılmıştır. Sinemada ise Simon ile Sineklerin Tanrısı dediğimiz şeyle konuşması sadece bakışma şeklinde gelişmiştir. Ayrıca sinemada bu konuşma dillendirilmemiş izleyicinin yaratıcı gücüne bırakılmıştır. Metinde geçen:
            “… Aptal bir küçük oğlandan başka bir şey değilsin…” sözlerini Sineklerin Tanrısı sarf eder. Sinemada ise canavara sunulan domuz başının karşısına geçen Simon’un bu başa bakması şeklinde bir sahneye yer verilir. Sinemada herhangi bir konuşma geçmemektedir. Aslında sinemada Sineklerin Tanrısı gibi de bir şey de geçmez. Fakat kitapta bu adlandırma birkaç sahnede verilir. Kitapta verilen bu Sineklerin Tanrısı, insanlığın başlıca hastalığıdır. Yani Simon’un sözleri ile “bizden başka canavar yok belki” diye açıklanır. Sineklerin Tanrısı insanlığın içindeki kendi ürettiği korkulardır. Sineklerin Tanrısı, üstüne sineklerin konduğu ölü bir domuz başıdır. Jack, ilkel bir insanın inancıyla, karanlık güçleri yatıştırmak, kendini ve kabilesini canavardan koruyabilmek amacıyla, öldürdüğü bir domuzun başını kesip iki sivriltilmiş bir kazığa geçirmiş, kazığı bir put dikercesine toprağa çakarak bu kokuşmuş domuz başını canavara sunmuştur.
            İngilizlerin Beelzebub dedikleri şeytanın Kutsal Kitap’taki İbranice adı Sineklerin Tanrısı anlamına gelen ba-al-zbub olduğu için de, Golding kitabına bu adı vermiştir. Simon insanları çok sevdiği halde ara sıra tek başına kalabilmek için, ormanda gizli bir yer bulmuştur kendine. O gizli yerde Sineklerin Tanrısı ile karşılaşır günün birinde. Çocukların karabasanlarına giren canavar olduğunu açıklayan Sineklerin Tanrısı, çocuklar arasında ancak Simon’un gerçeği bildiğinin farkındadır; Çünkü ancak Simon canavarın, çocukların içinde olduğunu, bundan ötürü de hiçbir zaman öldürülemeyeceğini anlamıştır.
            Metinde geçen “Sineklerin Tanrısı; koşup ötekilerle oynasan daha iyi bilir. Onlar kafadan çatlak sanmasını istemezsin, değil mi? Sen Ralph’ı çok seversin, değil mi? Domuzcuğu da, Jack’ı da?” dialoğu Sineklerinin Tanrısının tüm çocukların canavara inandıklarını Simon’un da onların yanına gitmesi gerektiğini söyler. Fakat Simon diğerlerinden farklı bir çocuk olarak bunu yapmaz. Ayrıca kitapta “Simon başını hafif kaldırmıştı. Gözlerini ayıramıyordu Sineklerin Tanrısı’ndan ve Sineklerin Tanrısı gözlerinin önünde boşlukta asılıydı.” Cümleleri, sinemada Simon’un domuz başı ile şimşeklerin altında bakışması ile verilir.
            “baş, canavarın avlanıp öldürülebilecek bir şey olduğunu sanmakta nereden aklınıza geldi.” diyerek canavarın aslında onların kurduğu hayal olduğunu söyler.
            Metindeki, Simon’un Sineklerin Tanrısı ile karşılaşmasını sinemadaki sahnesi ile karşılaştırdığımızda görüyoruz ki edebiyat yazınsal sanat, sinema ise görsel bir sanattır. Edebiyat kelimeleri kullanırken sinema görselliği ve efektleri kullanır. Metindeki sahne ile sinemadaki aynı sahnenin farklılıklar göstermesi yapılarındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır.              
         

0 yorum:

Yorum Gönder