SİNEMA VE EDEBİYAT
İlk denemelerini 1895 yılında gördüğümüz sinema, ortaya çıkışında yedinci
sanat dalı olarak gösterilmiştir.
Sinema; kurguya dayalı, dramatik yaklaşımlı, olayın ön planda olduğu kısa
ve uzun metrajlı “konulu film” çalışmaları sebebiyle “hikâye” ve “roman”
türündeki malzemelere çok önem vermiştir.
Sinemada anlatma metodundan daha çok görsel metot ön plandadır.
Sinema ve Edebiyatın Birbiriyle Olan İlişkisi
Klasik anlatış düzeninden modern hikâye ve romanlara kadar hikâye
geleneğimizin kahramanları daha önce okuyucunun hayal dünyasında yaşamakta iken
sinema ile cisimleşmiş ve bir sanatçının şahsında sosyal hayata aksetmiştir.
Buna örnek olarak “Battal Gazi” denilince akla Cüneyt Arkın’ın gelmesi gibi.
Bu edebi eserlerin sinema ve televizyona aktarımı her ne kadar sakıncalı
olduğu yani kurguyu cisimleştirdiğinden veyahut hayalleri sınırladığından
bahsedilmiştir, ama günümüzde sinemanın olumlu ve yapıcı bakış açıları ile
değerlendirme mecburiyeti iyice hissedilmiştir.
Edebiyat ile iletişim yeni bilgi alanı olacak ise estetik değer ile
bilimsel metodu bağdaştırıp yani geleneksel değerler ile modern hayatın
gerçeklerini birleştirme yönünde çabaların olması gerektiği söylenir.
Görüntülü iletişim, sadece kelimelerle dolu bir kağıt ya da kitaptan daha
etkilidir. Bu hareketli görüntü kısa bir süre zarfında geçici özellikler taşısa
bile, kağıttaki kelimelerden daha etkilidir. Hareketli görüntülerle sunulan
anlatış düzenini, hayal gücünü sınırlaması yanında kelimelerle oluşmayan yeni
çağrışım ve imaj dünyası teşekkül ettirmesi gibi bir özelliği vardır.
İyice düşünülürse anlaşılacaktır ki, sinemanın edebi eserlere getirdiği
faydalar ve yeni ufuklar çok fazladır; ama eserin, yazarının istemediği şekilde
yönlendirdiği ve yeni imajlarla değiştirdiği de ortadadır.
Sinema
ve edebiyatın bir başka sorunu ise eserin bir kitapla okuyucuya ulaşırken hem
saklanabilen bir malzeme olması hem de tekrar tekrar inceleme imkanının
bulunmasıdır. Bu yolla, muhataptaki fikir üretiminin önemi, sinema ile ortadan
kalkmış gibi görünmektedir. Zira, sinema daha çok eğlendirme ve vakit geçirme
yönü ile yaygınlaşmaktadır. Edebiyat
mesaj verir; sinemanın ise mesaj verme gibi bir kaygısı yoktur.
Sesli ve görüntülü bir iletişim aracından izlenen edebi eser, seyircisini
kolaylığa itmekte ve sanatçı ile kurulan gönül bağının, yazarın kelimelerinden
çok perdedeki motif ve figürlerle kurulduğu görülmektedir.
Eserin orijininden ne kadar uzaklaşırsak, objektif tavrımızı o ölçüde
kaybederiz. Bu doğrudur ancak; teknik ve ekonomik imkanlar ilerledikçe, ciddi
inceleme ve araştırma yapmak; eserin yazarıyla birlikteymiş gibi, eser üzerinde
fikir üretmek isteyen insanlar bant, kaset, cd gibi araçları temin ederek
hareketli görüntüleri tekrar tekrar ele alabilecekler ve yer yer kitabın aslı ile
karşılaştırabileceklerdir. Böylece filme alınmış edebiyat eseri, tıpkı
kitaptaki edebi eser gibi çeşitli sahalara transfer edilebilecek ve eğitim,
ekonomi, tanıtım, tıp gibi sahalarda çok amaçlı çok fonksiyonlu bir kullanıma
ulaşabilecektir.
Edebiyat eğlence ve zaman geçirme aracı değildir. Edebiyat, bir bilgi ve
düşünce vermelidir. Edebiyatın amacı insanın kişiliğine katkı sağlamaktır.
Sinemanın ise böyle bir amacı yoktur. Sinema daha çok para kazanma içindir.
Sinema göründüğü kadar masum bir sanat dalı değildir. Kültür ve sanatın ayakta
kalabilmesi için satılması gerekir.
Türk Edebiyatında edebi eserler
filme çekilirken genelde esere ihanet edilir. Bunun sebebi ise senaristlerin
senaryoyu kendi hayal dünyalarında kurdukları imajı sahneye yansıtmak istemişlerdir.
Misal “Aşk-ı Memnu” filminin kitaptan ne kadar bağımsız hareket ettiği
ortadadır.
SİMON’UN FİLMDE SİNEKLERİN TANRISI OLARAK GÖSTERİLEN DOMUZ BAŞIYLA
KARŞI KARŞIYA OLDUĞU SAHNE
“Sineklerin Tanrısı” Kitabında Simon ile Sineklerin Tanrısının
Karşılaştığı Bölümden Bi Alıntı
Tepelerinde, gök gürültüsünün topları yeniden atıldı; ve hurma
ağaçlarının kupkuru yaprakları, ansızın esen rüzgarda çatırdadı.
“Aptal bir küçük oğlansın sen” dedi
Sineklerin Tanrısı. “Cahil ve aptal bir küçük oğlandan başka bit şey değilsin.”
Simon, ağzında şişen dilini oynattı;
ama bir şey söyleyemedi.
“Öyle değil mi?” diye sordu
Sineklerin Tanrısı. “Aptal bir küçük oğlandan başka bir şey değilsin.”
Simon, aynı sessiz sesle karşıladı
bu soruyu.
“Peki öyleyse” dedi Sineklerin
Tanrısı. “Koşup ötekilerle oynasan, daha iyi olur. Onlar, kafadan çatlak
sanıyorlar seni. Ralph’ın seni kafadan çatlak sanmasını istemezsin, değil mi?
Sen, Ralph’ı çok seversin değil mi? Domuzcuğu da, jack’ı da?”
Simon, başını hafifi kaldırmıştı.
Gözlerini ayıranmıyordu Sineklerin Tanrısı’ndan ve Sineklerin Tanrısı
gözlerinin önünde boşlukta asılıydı.
“Ne yapıyorsun burada, tek başına?
Korkmuyor musun benden?”
Simon titredi.
“sana yardım edecek kimse yok. ben
varım ancak. Bense, canavarım.”
Simon, ağzını zorla kımıldattı;
duyulabilecek bir söz söyledi:
“bir değneğe takılmış domuz başı.”
Baş, “canavarın avlanıp
öldürülebilecek bir şey olduğunu sanmakta nereden aklınıza geldi!” dedi.
Ormanda simon’un belli belirsiz
görebildiği başka yerlerde, bir kahkahanın gülünç taklidi çınladı bir iki
saniye.
“Sen biliyordun, değil mi? Sizlerin
bir parçası olduğumu biliyordun? Sizlere öyle yakın, öyle yakın, öyle yakınım ki!
Her şeyin bozuk gitmesinin nedeniyim ben. Bunu biliyorsun, değil mi?”
Kahkaha yeniden ürperircesine
çınladı.
“Haydi,” dedi Sineklerin Tanrısı:
“ötekilerinin yanına git de, unutalım bu olup bitenleri”
Simon’un başı boşlukta
sallanmaktaydı. Değneğe takılı rezil şeye özenircesine, gözleri yarı kapalıydı.
Bir nöbet geçireceğini biliyordu. Sineklerin Tanrısı, bir balon gibi şişiyordu.
“Gülünç bir şey bu. Oraya gitsen de
gene ancak benimle karşılaşacağını pekala biliyosun… Onun için kaçmaya kalkma!”
Simon’un bedeni bir yay gibi
gerilmiş, kaskatı kesilmişti. Sineklerin Tanrısı, bir öğretmen sesiyle konuştu:
“Yeterince ileri gitti bu iş. Benim
zavallı yolunu şaşırmış çocuğum, benden daha mı iyi bileceksin yoksa?”
Bir duraklama oldu.
“haberin olsun öfkeleneceğim.
Anladın mı? Seni istemiyorlar. Anladın mı? biz eğleneceğiz bu adada. Anladın
mı? Biz eğleneceğiz bu adada! Onun için, bir haltlar çevirmeye kalkma, benim
zavallı yolunu şaşırmış çocuğum, yoksa…”
Simon, koskocaman bir ağzın içine
bakar buldu kendini. Bu ağzın içinde bir karanlık vardı, yayılan bir karanlık.
“… yoksa,” dedi Sineklerin Tanrısı,
“seni yok ederiz. Anladın mı? Jack, Roger, Maurice, Robert, Bill, Domuzcuk ve
Ralph. Yok ederiz. Anladın mı?
Simon ağzın içindeydi. Düştü.
Bayıldı.
Sineklerin Tanrısının Kitabının ve Sinemasının Karşılaştırılması
William Golding’in Sineklerin Tanrısı adlı eserin altı ile on iki yaşlar
arasında bir grup çocuğun düştüğü adadaki kaldıkları süre içinde yaşadıkları
maceralar anlatılır. Çocuklar küçük oldukları ve doğal olarak karanlıktan
korktukları için kendi dünyalarında bir canavar yaratırlar. Bu canavar aslında
ölü bir paraşütçüdür. Bu canavara kurban olarak bir domuz kafası sunarlar. Ve
çocukların içinde bu canavara sadece Simon adlı bir çocuk inanmaz. Herhalde
kendi iç dünyası ışık içinde olduğundan, tüm çocukların ödünü koparan karanlıklardan
hiç korkmadığı için geceleyin tek başına ormana giden, ara sıra bayılıp bir
çeşit sara nöbeti geçiren Simon’u öteki çocuklar biraz çatlak bilirler.
Simon’un Sineklerin Tanrısıyla
konuşmasını hem yazılı metinden hem de sinemaya aktarılmış halinden ele aldık.
Metinde geçen bu sahne sinemadaki sahne ile bazı benzerlikler göstermesine
rağmen farklılıklarda göstermektedir. Bu farklılıkların kaynağı biri sahneyi,
kelimeleri kullanarak diğeri ise görselliği anlatmıştır. Metinde o anı başka
türlü anlatmayacağı için yani o “sessiz sesi” vermek için kelimeler
kullanılmıştır. Sinemada ise Simon ile Sineklerin Tanrısı dediğimiz şeyle
konuşması sadece bakışma şeklinde gelişmiştir. Ayrıca sinemada bu konuşma
dillendirilmemiş izleyicinin yaratıcı gücüne bırakılmıştır. Metinde geçen:
“… Aptal bir küçük oğlandan başka
bir şey değilsin…” sözlerini Sineklerin Tanrısı sarf eder. Sinemada ise canavara
sunulan domuz başının karşısına geçen Simon’un bu başa bakması şeklinde bir
sahneye yer verilir. Sinemada herhangi bir konuşma geçmemektedir. Aslında
sinemada Sineklerin Tanrısı gibi de bir şey de geçmez. Fakat kitapta bu
adlandırma birkaç sahnede verilir. Kitapta verilen bu Sineklerin Tanrısı,
insanlığın başlıca hastalığıdır. Yani Simon’un sözleri ile “bizden başka canavar
yok belki” diye açıklanır. Sineklerin Tanrısı insanlığın içindeki kendi
ürettiği korkulardır. Sineklerin Tanrısı, üstüne sineklerin konduğu ölü bir
domuz başıdır. Jack, ilkel bir insanın inancıyla, karanlık güçleri yatıştırmak,
kendini ve kabilesini canavardan koruyabilmek amacıyla, öldürdüğü bir domuzun
başını kesip iki sivriltilmiş bir kazığa geçirmiş, kazığı bir put dikercesine
toprağa çakarak bu kokuşmuş domuz başını canavara sunmuştur.
İngilizlerin Beelzebub dedikleri
şeytanın Kutsal Kitap’taki İbranice adı Sineklerin Tanrısı anlamına gelen
ba-al-zbub olduğu için de, Golding kitabına bu adı vermiştir. Simon insanları
çok sevdiği halde ara sıra tek başına kalabilmek için, ormanda gizli bir yer
bulmuştur kendine. O gizli yerde Sineklerin Tanrısı ile karşılaşır günün
birinde. Çocukların karabasanlarına giren canavar olduğunu açıklayan Sineklerin
Tanrısı, çocuklar arasında ancak Simon’un gerçeği bildiğinin farkındadır; Çünkü
ancak Simon canavarın, çocukların içinde olduğunu, bundan ötürü de hiçbir zaman
öldürülemeyeceğini anlamıştır.
Metinde geçen “Sineklerin Tanrısı;
koşup ötekilerle oynasan daha iyi bilir. Onlar kafadan çatlak sanmasını
istemezsin, değil mi? Sen Ralph’ı çok seversin, değil mi? Domuzcuğu da, Jack’ı
da?” dialoğu Sineklerinin Tanrısının tüm çocukların canavara inandıklarını
Simon’un da onların yanına gitmesi gerektiğini söyler. Fakat Simon
diğerlerinden farklı bir çocuk olarak bunu yapmaz. Ayrıca kitapta “Simon başını
hafif kaldırmıştı. Gözlerini ayıramıyordu Sineklerin Tanrısı’ndan ve Sineklerin
Tanrısı gözlerinin önünde boşlukta asılıydı.” Cümleleri, sinemada Simon’un
domuz başı ile şimşeklerin altında bakışması ile verilir.
“baş, canavarın avlanıp
öldürülebilecek bir şey olduğunu sanmakta nereden aklınıza geldi.” diyerek
canavarın aslında onların kurduğu hayal olduğunu söyler.
Metindeki, Simon’un Sineklerin
Tanrısı ile karşılaşmasını sinemadaki sahnesi ile karşılaştırdığımızda
görüyoruz ki edebiyat yazınsal sanat, sinema ise görsel bir sanattır. Edebiyat
kelimeleri kullanırken sinema görselliği ve efektleri kullanır. Metindeki sahne
ile sinemadaki aynı sahnenin farklılıklar göstermesi yapılarındaki farklılıktan
kaynaklanmaktadır.
0 yorum:
Yorum Gönder